Bazı insanlar vardır, onların sözü duyulmaz ama içimize dokunur. Mevlânâ da böyledir. O, yalnızca bir şair değil, insanın kendi karanlığıyla tanışırken elinden tutan, gönlünün bir yerinde unutulmuş sıcak bir kandili hatırlatan bir yol göstericidir. Yüzyıllar önce söylediği sözler, bugün hâlâ kalbimizin kıvrımlarında yankılanıyorsa, sebebi zamanın onu eskitememesi değil; onun zaten zamanın dışından konuşuyor olmasıdır.
Mevlânâ'yı anlamak, bir kitabı okumaya değil, kendimizi okumaya benzer. Çünkü o bize başkasının hikâyesini değil, hep içimizde sakladığımız ama nedense hiç yüzleşmediğimiz kendi hikâyemizi anlatır. Her insanın içinde bir fırtına, bir çöl, bir gül bahçesi ve bir de kuyusu vardır. Mevlânâ, "kuyuya bak" der. Ne kork, ne de kaç. Çünkü orada gördüğün yalnızca karanlık değildir. Karanlığın içinde parlayan kendi ışığındır.
Bazen insan, hayatın hengâmesinde yorulur. Ruhu bir kapı arar, sığınacak bir durak ister. Mevlânâ'nın sözleri tam da böyle bir anda, omzumuza konan görünmez bir güvercin gibidir.
Sanki bütün telaşımızı, bütün kırgınlığımızı, bütün eksikliğimizi bir anda olduğu yerden toplar ve kalbimize bırakıverir. Onun dilinde ilgi yoktur, "ilgisizlikten kurtuluş" vardır.
Mevlânâ'nın en büyük sırlarından biri, insana olduğu gibi bakabilmesidir. Kusurla dolu bir bedenin içinde, özünde tertemiz olan bir ruh görür. Düne takılıp kalanları bugüne çağırır; bugünde sıkışanı ışığa yöneltir. Belki de bu yüzden, onun dizelerinde en çok bizi yaralayan şey sözcükler değil, sözcüklerin içindeki aynadır. Kendimizi görürüz… Eksik ama umutlu, kırılmış ama hâlâ yürüyen, yorgun ama ışığını kaybetmeyen hâlimizi.
Mevlânâ'nın öğretisi, bir sonuca ulaşma çabası değildir. Bir akışa teslim olma hâlidir. İnsan bazen suyu tutmaya çalışır ya hani, avuçlarını kapatır, suyu sıkar, o da kaçar gider. Mevlânâ ise, "avuçlarını aç" der. Su, açık ele akar. İnsan da akmaya başladığında hafifler, incelir, derinleşir.
Belki de gerçek dönüş budur.
Semâda dönen beden değil, içeride dönen ruh.
Aynı yerde dururken başka bir yere varmak.
Aynı nefesi alırken yepyeni bir hayata uyanmak.
Bu hafta Mevlânâ'yı yalnızca anmak değil; onun söylediği o gizli cümleyi duymak için bir fırsattır:
"Sen zaten yolun kendisisin."
Belki biz, ruhumuzun tozlu odalarında dolaşırken bunu sık sık unuturuz. Ama Mevlânâ hatırlatır.
İçindeki ateş, yok etmek için değil, yolunu aydınlatmak içindir.
İçindeki gözyaşı, karanlığı büyütmek için değil, toprağını yeşertmek içindir.
Ve içindeki acı, seni kırmak için değil, seni sen yapmak içindir.
Mevlânâ'yı anlamak, bir adım atmak gibidir. Küçük ama içten.
Belki bir söz, belki bir nefes, belki bir fark ediş…
Ama her hâlükârda insana şunu fısıldar:
"Nereye gidersen git, kalbine doğru git."
Bu Mevlânâ Haftası, kalbimizin dar koridorlarına bir ferahlık, yorgun adımlarımıza bir hafiflik, aradığımız her şeye bir "içerden cevap" olsun.
Her birimize, Mevlânâ'nın öğrettiği gibi, kırıldığımız yerden ışımayı, kendimizi affetmeyi ve insanın en büyük yolculuğunun yine kendine doğru olduğunu hatırlamayı nasip etsin.
Gönlümüzü daraltan ne varsa genişlesin.
Söyleyemediğimiz dualar kabul olsun.
İçimizdeki ateş bizi yakmasın, yolumuzu aydınlatsın.
Ve dilerim ki bu hafta, hepimize sessiz ama derin bir huzur, bir damla merhamet, bir parça da "kendini bilme" hali getirsin.
MEVLÂNA
Ulû derviş kemâliyle
Döner Mevlâna Mevlâna
Yanar vuslat hayâliyle
Döner Mevlâna Mevlâna
Coşar bülbül semâ dinler
Bütün dillerde âminler
Gönül hâk hâk deyû inler
Döner Mevlâna Mevlâna
Okur hakkın kitâbından
Yürek ağlar hicâbından
İçerken aşk şarâbından
Döner Mevlâna Mevlâna
Sabâhın hoş sedâsıyla
Doğan Şems'in vefâsıyla
Giden dostun vedâsıyla
Döner Mevlâna Mevlâna
Meyil etmez dönen çarka
Akar ırmak dolar ark'a
Alır haktan verir halka
Döner Mevlâna Mevlâna
mefâîlün / mefâîlün
NECİBE TAŞKIN ÇETİNKAYA