Merhaba değerli okurlar!
Bugün kalemine takılan kelime "mûsikî" oldu. Rûhun ince tellerine dokunan bu melodiler dünyâsını anlatmaya çalıştım.
Türk Sanat Musikisi, kelimelerin sustuğu, sesin ise kelimeye dönüşüp dua etmeye başladığı bir âlemdir. O âlemde zaman, ney kamışının içinden geçerken ağırlaşır, güfteler gönlün en mahrem odalarına seccade serer. Bir hicâz makâmı, akşamın turuncu perdesini çekip ufku mahzun bir tesbih gibi dizer. Rast makamı ise, sabahın ilk nûrunu alnımıza sürer. Sanki günün bereketi nağmelerle başlar.
Mûsikî, suya atılan taşın halkaları gibi ruhumuza yayılır. Her mısra, gönlün parmak ucuyla yazılmış bir hat sanatı gibidir. Her terennüm, kaderin ince yazısını okşar. Dinlerken, eski bir konak penceresinden içeri sızan loş ışık, çocukluğun tozlu sandığındaki ipek mendil kokusunu getirir. Ve o koku, insana, dünya ile ahiret arasında ince bir köprüde yürüdüğünü hatırlatır.
Tamburun telinden dökülen her ses, kalbimizdeki en eski yaraya dokunur. Kimi zaman sabırla, kimi zaman dua ile kanayan o yere. Ud, göğsüne yasladığı şarkıyı bize emanet ederken, kânun sabrımızı tel tel çözer. Ve nihayet ney… Bütün sırları bildiği hâlde hiçbirini söylemeden, sadece Yaradan'ın nefesi gibi içimizden geçer.
Türk Sanat Musikisi, aynı zamanda bir meclis adabıdır da. Hüzün orada edepli, sevinç ise hayâlıdır. Nağmeler, gönül sofrasında yan yana oturur. Hicâz ile hüseynî birbirine selam verir, segâh başını eğerek nihâvend'in hatırını sorar. Makamlar, insanın hâlleridir aslında. Hüzzam, derin bir iç kırıklığıdır. Uşşak, adını bile anmadan aşkı anlatır. Suzinak, yanmanın içindeki huzuru taşır.
Mûsikî meclisinde, sandalyeler değil, gönüller yan yana gelir. Salonun ışıkları loştur. Avizenin gölgeleri duvarlarda, adeta semâ eden dervişlerin eteği gibi döner. İnce belli bardakta çayın buharı, dua gibi yüzlere yükselir. Bendirin tok vuruşları, sanki kalbin "Allah" diyerek attığı vuruşlardır. Dışarıda gece yağmurla sokak taşlarını yıkar. İçeride ise başka bir yağmur vardır; kalplere yağan rahmet…
Bu musikî, insana teslimiyeti öğretir. Sesin söze boyun eğmesi, sözün duygunun emrine girmesi, duygunun ise sonunda Allah'a yönelmesi. Dinlerken biz, ne şarkının ne de bestekârın sahibiyiz. Yalnızca misafiriyiz. Nağmeler bizi ağırlar, yüreğimize bir kahve ikram eder, sonra sessizce uğurlar.
Ve belki de en güzeli şudur: Türk Sanat Musikisi, bizi bizden daha iyi tanır. Hangi makamda secdeye varacağımızı, hangi usûlde susacağımızı bilir. Bizim söyleyemediklerimizi, bir şarkı baştan sona söyleyiverir. Biz susarız, musikî zikreder.
"Nağme gönülde bir sırdır , usûl ise kaderin izi,
Dinleyen anlar ki, her şarkı aslında anlatır bizi."
Sevgilerimle " rast makamı" tadında günler diliyorum.
NECİBE TAŞKIN ÇETİNKAYA