Dostoyevski'nin 1846 yılında yayımlanan ilk romanı İnsancıklar, modern Rus edebiyatına
''küçük insan'' temasını kazandıran öncü eserlerden biridir. Burada ''küçük insan'',
toplumun kenarına itilmiş, sesi duyulmayan, varlığı görmezden gelinen insanları temsil eder.
Makar Alekseyeviç Devuşkin ile Varvara Alekseyevna Dobroselova ise bu sessiz çoğunluğun
ete kemiğe bürünmüş hâlidir: Hem duygusal hem maddi olarak ayakta kalmaya çalışan,
görünmezliğe mahkûm edilmiş insanların simgesidirler.
Karakterler, içinde yaşadıkları ekonomik sistem, toplumsal değer yargıları, bürokratik
hiyerarşiler ve sınıf farklarıyla örülmüş bir gerçeklik içinde var olmaya çalışırlar. Romanın
öznesi olan ''küçük insan'', bu bağlamda yapısal bir semboldür, ancak burada sembol
kelimesi, kurmaca bir mecazdan çok, somutlaşmış bir tarihsel gerçeklik olarak
düşünülmelidir.
İnsancıklar, 19. yüzyıl Rusya'sında sınıfsal bir sosyal yapının tam ortasında doğar. Toplum,
feodalizmin ağır ve ezici baskısı altındadır. Köylüler hâlâ toprak ağalarının yönetiminde
çalışırlar; eğitim sınırlıdır, kadınların sosyal hakları yoktur ve memur sınıfı, büyük yapının
ezilen halkalarından birini oluşturur. Bu bağlamda Devuşkin ve Varvara'nın yaşadığı
yoksulluk, doğrudan dönemin yapısal sonuçlarının yansımasıdır. Bu iki karakterin sahip
olduğu tek sermaye ise yazma becerileridir; mektuplar, onların hem kendilerini ifade etme
aracı hem de hayatta kalma biçimidir.
Yazı ile Yaşamak
Romanın daha ilk mektubundan itibaren hissedilir ki, karakterler için mektuplar bir iletişim
aracı olmaktan çok, varoluşun kendisi anlamına gelir. Devuşkin'in mektuplarında sıkça
rastlanan kendini geri planda tutan, hayranlıkla karışık bir aşağılık duygusu taşıyan
söylemleri; onun dil yoluyla inşa ettiği benliğin bir yansımasıdır. Kendisini sürekli olarak
ötekine göre tanımlayan bu anlatım tarzı, hem bireysel özgüvensizliğini hem de toplumsal
konumunun farkındalığını dile getirir. Dil, burada bir iletişim aracı ve aynı zamanda
Devuşkin'in varlığını şekillendirdiği, kendine biçtiği rolü yeniden ürettiği bir alandır.
Varvara'nın geçmişini anlattığı uzun bölümler ise, onun anılarını yeniden inşa ederek kendini
korumaya çalıştığını gösterir. Bu durumda yazmak, bir nevi hayatta kalmak demektir. Yazıyla
anlatmak, acıyı hem dindiren hem de sürdüren bir eylemdir. Mektuplar, gerçek hayatta
kurulamayan ilişkiyi, görünmez sınırları aşarak iki insan arasındaki sevgi ve dayanışma
bağının güçlenmesini sağlar. Böylece roman, iletişimin koptuğu bir dünyada, yazının bir tür
''direniş biçimi'' olabileceğini ortaya koyar.
İlk Roman: Büyük İz
Dostoyevski'nin daha sonraki başyapıtlarının (Suç ve Ceza, Budala, Yeraltından Notlar,
Karamazov Kardeşler) çoğunda karşımıza çıkan temel çatışmalar; bireyin toplum karşısındaki
yalnızlığı, merhametin ikircikli doğası, ekonomik ezilmişlik ve ruhsal çözülme, bu ilk
romanda açıkça filizlenir. İnsancıklar, belki teknik olarak yazarın en ustaca yazılmış eseri
değildir, ama kuşkusuz ruhsal olarak en derin eserlerinden biridir. Çünkü Dostoyevski burada
acıyı doğrudan bir yazma etiği olarak yeniden kurar. Karakterleri, yaşadıkları dramları
anlatmakla kalmaz; bu dramı dillendirme biçimleriyle okuyucuyu da sorumluluğa çağırır.
Dostoyevski, romanında anlatıcıyı aradan tamamen çekerek yalnızca iki karakterin sesiyle
ilerleyen bir yapı inşa eder. Roman boyunca üçüncü tekil bir anlatıcıya yer verilmez; bu da
anlatıya karakterlerin iç seslerinin doğrudan ve dolaysız aktarımını sağlar. Anlatıcı olmayan
bir anlatı içinde, yalnızca iki bireyin kaleminden çıkan ifadeler vardır. Anlatının tüm duygusal
yükünü ve doğruluk duygusunu karakterlerin omuzlarına yükler. Bu yapı, hem empatik bir
yakınlık sağlar hem de anlatı ile gerçeklik arasında rahatsız edici bir iç içelik kurar. Okur
sanki birisinin özel defterini izinsiz okuyormuş gibi bir hisse kapılır. Bu da romanı daha
mahrem, daha gerçekçi ve daha doğrudan kılar.
Her bir mektup tarih taşır. Bu tarihler arasında kısa ya da uzun boşluklar vardır. O boşluklar;
sessizliklerin, uzaklaşmaların, bekleyişlerin, özlemlerin ya da küskünlüklerin acısını gösterir.
Romanın duygusal temposu, mektupların ritmine göre şekillenir: Kısa aralıklarla yazılan
mektuplarda duygular sıcaktır, bağlar kuvvetlidir. Uzun sessizliklerden sonra gelen
mektuplarda suçluluk, açıklama ihtiyacı, sitem ya da korku daha baskındır. Zaman bu
romanda karakterlerin ruh hâlini işaret eden dramatik bir göstergedir.
Devuşkin'in Dili
Devuşkin'in dili düzensiz, kırılgan ve içten bir yapıya sahiptir; ancak bu içtenlik, sürekli
kendini küçümseyen bir iç monologla gölgelenir. Yazılarında, duygularını ifade etme arzusu
ile utanç ve çekingenlik arasında gidip gelen bir hal sezilir. Duygularını bastıran ama yine de
paylaşma ihtiyacı duyan bir adamın sesidir bu. Cümleleri sık sık yarım kalır, kararsızlık ve
kendini geri çekme eğilimi belirgindir. Bu dil, karakterin içsel bastırılmışlığının ve değersizlik
duygusunun doğrudan bir yansımasıdır.
Varvara'nın Dili
Varvara daha planlı, daha sakin ve daha kontrollü yazar. Özellikle geçmişini anlatırken,
tonunu bir öğretmen, bir anlatıcı gibi kurar. Kayıpları ve acıları aktarırken, kelimeleri dikkatle
seçer; ancak zaman zaman bastırılmış duygu yüzeye çıkar. Mektuplarında annesinden,
Pokrovsky'den, Anna Fedoseyevna'dan bahsederken kederi metne siner, ama asla taşkın bir
duygusallığa kapılmaz. Bu da onun gururla hayatta kalma çabasını görünür kılar.
Görüşememek: Mektupların Romanı
Karakterler sık sık birbirini sokakta, pencereden ya da kapı önünde görse de, neredeyse hiç
doğrudan iletişim kurmazlar. Mahalle baskısından, söylentilerden, dedikodulardan
çekindikleri için görüşmemeyi tercih ederler. Bu da romanı bir tür ''konuşulamayanlar'' ve
''yaşanmamışlık'' hikâyesine dönüştürür. Gerçekler ve bağlılık yüz yüze konuşarak değil,
yazıyla ifade edilir.
''Sizi pencerenizde gördüm bugün, perdeyi indirirken. Güle güle, sağlıcakla kalın; Tanrı
korusun sizi. Esen kalın.''
Karakterler kendilerini yalnızca birbirlerine yazarken tanımlarlar. Devuşkin, Varvara'ya
yazarken bir ''adam'' olur. Yoksulluğunu, işteki küçük düşürülmüşlüğünü unutup koruyucu,
sadık, yardımsever bir dost kimliğine bürünür. Varvara ise annesinin ölümüne ve yalnızlığına
rağmen hâlâ ayakları üstende durabilen, gururlu bir insan olur.
Mektup biçimi, İnsancıklar'da romanın tüm varlık nedenidir. Karakterlerin kimliklerini,
duygularını, çatışmalarını ve yalnızlıklarını biçimlendiren temel yapıdır. Her mektup,
kelimelerden yapılmış bir sığınaktır. Romanın çatısı bu sığınakların üst üste dizilmesiyle
kurulur.
KARAKTER İNCELEMESİ: MAKAR VE VARVARA'NIN İÇSEL EVRİMİ
Makar, düşük rütbeli bir memurdur. Roman boyunca kendisinden ''küçük adam'' olarak söz
edilir; bu küçüklük toplumsal ve psikolojik bir küçüklüktür. Kıyafetlerinin eskiliği, odasının
karanlık ve pis olması, komşuların küçümseyici tavırları, çalıştığı yerdeki değersizliği…
Bütün bunlar Makar'ın öz saygısını sarsar. Fakat tüm bu yoksunluklara rağmen, Makar'ın en
belirgin özelliği, iyi bir insan olarak kalma çabasıdır.
''Ah anam babam, ne oldu size? Her seferinde böyle korkutuyorsunuz beni. Her
mektubumda kendinize dikkat etmenizi, sıkı giyinmenizi, kötü havada dışarı çıkmamanızı
yazarım... ama kulak asmazsınız, meleğim. Ah tatlım benim, çocuktan farkınız yok!
Bünyeniz zayıf, biliyorum, bir rüzgâr esse hemen hasta oluveriyorsunuz. Korunmanız,
kendinize dikkat etmeniz, tehlikelerden sakınmanız, dostlarınızı kedere, üzüntüye
boğmaktan kaçınmanız gerekir.''
Bu cümlelerde bir yandan kendini adama arzusu, bir yandan da bastırılmış bir sevgiyi dile
getirememenin sızısı okunur.
''Size karşı temiz bir bahar sevgisi duyuyorum Varvara Alekseyevna.''
Makar, hemen her mektubunda Varvara'ya karşı duyduğu sevgiyi gizlemekle yetinmez; aynı
zamanda onun karşısında kendini değersizleştirir. Makar, Varvara'yı bir dost olarak neredeyse
varlığının dayanağı olarak görür. Ona yazdığı mektuplar yaşama tutunma aracıdır. O
mektuplar olmazsa, Makar da yok olacaktır. Bu yönüyle Makar'ın mektupları kendi
yokluğunu onarma arzusudur.
''Bugün Fedora'yı gördüm, güvercinim. Sizin yarın evleneceğinizi söyledi, öbür gün de
gidiyormuşsunuz.''
Ancak bu duygu, roman ilerledikçe daha kırılgan bir hâl alır. Varvara'nın başka bir hayatı
olma ihtimali (örneğin Bykov'la evlilik fikri) Makar'ın ruhunda bir çöküntü yaratır. İşten
atıldığı noktada ise yalnızca maddi olarak değil, ruhsal olarak da tükenmiştir.
Varvara'nın geçmişi dramatiktir. Babası sert, geçimsiz ve otoriter bir adamdır. Annesiyle
birlikte yıllarca onun şiddetine katlanmıştır. Babasının ölümünden sonra evlerini satıp
borçlarını öderler. Ardından Anna Fedoseyevna'nın evine taşınırlar ve burada da
küçümsenirler, baskı görürler. Annesinin ölümünden sonra Varvara'nın dünyası tamamen
yıkılır. Bu geçmiş, Varvara'nın kişiliğini şekillendiren temel kaynaktır. Acılarla olgunlaşmış
bir kadındır. Aşkı, umudu, hayalleri çok önceden yitmiş gibidir; ona göre hayat bir dizi
katlanılacak felaketten ibarettir.
Varvara aynı zamanda güçlü bir anlatıcıdır. Geçmişini Makar'a yazdığı defterde son derece
detaylı anlatır. Olayları sadece sıralamakla kalmaz; duygusal bağlamlarını da verir. Pokrovsky
ile tanışmasını, onun ölümünü, annesinin son günlerini anlatırken satırlarında hissedilen
hüzün, ağır ve sakindir. Bu da onun gerçek bir iç dayanıklılığa sahip olduğunu gösterir.
Varvara, kadın olarak Rus toplumunun dayattığı tüm sınırlamalarla karşı karşıyadır. Tek
başına yaşaması hoş görülmez. Maddi olarak bir erkeğe bağımlı olmadan yaşayamaz.
Makar'ın yardımlarını kabul etse de, bunu çoğu zaman gönülsüzce yapar; çünkü bu yardımlar
onu bir tür mahkûma çevirir. Romanın sonuna doğru Bykov'la evlenmesi, hayatta kalmanın
bir tercihidir. Bu evlilik, onun ruhsal kırılmasını görünür kılar. Maddi ihtiyaç, onu kendisiyle
çelişen bir karar almaya zorlar.
Başlangıçta yalnızca eski tanıdık ve dost olan Makar ve Varvara, mektuplar aracılığıyla
zamanla birbirlerinin hayat arkadaşı hâline gelirler. Ancak bu bağ asla eşit değildir: Makar
daha bağımlıdır; duygularını daha açık yaşar. Varvara ise mesafelidir, daha kontrollüdür.
Makar için Varvara bir ihtiyaçtır. Varvara içinse Makar bir sığınaktır. Bu dengesizlik, ilişkinin
trajik doğasını oluşturur. Roman ilerledikçe Varvara uzaklaşır; Makar ise daha çok bağlanır.
Toplumsal Arka Plan ve Sosyal Eleştiri
Dostoyevski, bireysel trajedilerini anlattığı bu iki karakter aracılığıyla, 19. yüzyıl Rus
toplumunun alt sınıf insanlarının ruhsal durumunu ortaya çıkarır. Makar ve Varvara, sistemin
dışladığı, ama hâlâ onurunu, sevgisini, geçmişini korumaya çalışan insanların simgesidir.
Roman boyunca hem Makar hem Varvara, maddi yoksulluğun çok ötesinde, insan yerine
konulmamanın ağırlığını yaşar. Yoksulluk burada yalnızca geçim derdi değildir;
aşağılanmanın, unutulmanın, yok sayılmanın, hatta kendi gözünde bile değersizleşmenin
adıdır.
İnsancıklar, bireylerin duygusal dünyalarını merkeze alırken, arka planda 1840'lar
Rusya'sının sınıf yapısına, sosyal eşitsizliklerine ve toplumsal normlara dair sert ve doğrudan
eleştiriler taşır. Roman yüzeyde bir mektup anlatısı gibi görünse de, her satırın altı, dönemin
devlet yapısına, bürokratik işleyişe, sınıfsal ilişkilere ve ataerkil düzene karşı bir sorgulama
ile doludur.
Dostoyevski bu romanda, karakterlerinin acıları, çaresizlikleri ve seçimleri aracılığıyla
toplumsal yapıyı görünür kılar. Bu sayede roman, yalnızca dışarıdan yapılan bir sistem
eleştirisi olmaktan çıkar; sistemin tam ortasında var olan bireylerin yaşadıkları üzerinden
şekillenen, içerden bir tanıklığa dönüşür. Böylece eserin sosyolojik yönü daha derinlikli ve
etkileyici bir biçimde ortaya çıkar.
İnsancıklar ve Suç ve Ceza Arasında Bir Karşılaştırma
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski'nin edebi serüveni, İnsancıklar ile başlamış, Suç ve Ceza ile
derinleşmiş ve nihayet Karamazov Kardeşler gibi yapıtlarla varoluşsal ve teolojik doruklara
ulaşmıştır. Bu bağlamda İnsancıklar ile Suç ve Ceza, yazarın düşünsel ve sanatsal evrimini
göstermek bakımından özel bir öneme sahiptir. Her iki romanda da merkezde yoksul bir birey
vardır; ancak bu yoksulluk, İnsancıklar'da edilgin bir var olma biçimi iken, Suç ve Ceza'da
eylemle sınanan bir ahlaki çatışmaya dönüşür.
İnsancıklar'ın başkişisi Makar Devuşkin, düşük rütbeli, sistemin ezdiği, ''küçük insan''
tipolojisinin klasik temsilcisidir. Varoluşunun merkezine mektubu, merhameti ve pasif direnişi
yerleştirir. Devletin bürokratik soğukluğu, toplumun alaycı dili ve Varvara'nın imkânsızlığı
arasında kimliğini neredeyse sadece yazı aracılığıyla var eder.
Oysa Suç ve Ceza'nın Raskolnikov'u, bir başka tür ''küçük insan'' tipidir; ancak
Devuşkin'in aksine bu küçüklüğe rıza göstermez. Raskolnikov, yoksulluğunu ve toplum
dışılığını aşmak için etik sınırları zorlar, Nietzsche'ci anlamda ''olağanüstü insan'' olma
iddiasını ileri sürer. Fakat bu iddia, bir suçlu olarak onu, suçunun ağırlığını taşıyan bir vicdan
figürü yapar. Böylece Dostoyevski, pasif acıdan aktif günaha, oradan da kefarete uzanan bir
karakter inşa eder.
Her iki romanda da kadın karakterler erkek başkişilerin duygusal ve ahlaki dünyalarının
şekillenmesinde merkezi bir rol oynar. Ancak bu işlevin mahiyeti ve yönü, karakterlerin içsel
yolculuklarıyla paralel bir dönüşüm gösterir. Varvara karakteri, Makar'ın yazgısına boyun
eğişini derinleştiren, pasif bir yazgının edilgen bir figürüdür. Onun varlığı, Makar'da herhangi
bir etik dönüşüm yaratmaz; bilakis Varvara'nın başka bir adamla evlenme kararı, Makar'ın
dünyasını sarsmakla birlikte onun boyun eğici karakterini daha da belirgin hale getirir. Buna
karşın Sonya, Raskolnikov'un ahlaki çözülüşünün ardından gelen vicdani aydınlanmasında
aktif bir role sahiptir. Sonya; sevgili, kurtarıcı, hatta Mesihçi bir figürdür; onun varlığıyla
Raskolnikov kendi içindeki Tanrı'yı yeniden keşfeder. Dolayısıyla Dostoyevski'nin kadın
karakter inşası, edilgenlikten etkinliğe, teselliden dönüşüme doğru belirgin bir evrim
içindedir.
Makar Devuşkin karakteri, romanın sonunda hiçbir dönüşüm yaşamamış, yalnızca duygusal
yıkımın ve çaresizliğin daha yoğun bir biçimine ulaşmış bir birey olarak resmedilir. Onda
kurtuluş mümkün değildir; çünkü karakterin yazgısı yapısal olarak dönüşüme kapalıdır. Oysa
Raskolnikov, yaşadığı bireysel krizin sonunda vicdani bir yüzleşme yaşar ve Sibirya
sürgünüyle birlikte simgesel bir yeniden doğuş sürecine girer. Bu yönüyle Suç ve Ceza,
ahlaki roman bir niteliği kazanır; karakterin içsel bir kefaret sürecine tabi tutulması esas
alınır. Makar için acı bir sonuçtur; Raskolnikov içinse bir başlangıçtır.
Dostoyevski'nin İnsancıklar'ı ile Suç ve Ceza'sı arasında geçen yirmi yıllık edebi mesafesi,
aynı zamanda karakterlerin psikolojik ve felsefi derinliğinde kat edilen bir yolculuktur. Makar
Devuşkin'in temsil ettiği edilgin, toplumun kıyısında yaşamaya mahkûm ''küçük insan''
figürü; Raskolnikov'un kişiliğinde hem kendine hem Tanrı'ya karşı hesap veren, irade
sahibi, sorgulayan ve acı çekerek arınan bir özneye dönüşür. Bu dönüşüm,
Dostoyevski'nin edebiyat anlayışında da farklılaşmaya işaret eder: Sosyolojik realizmin yerini
metafizik gerilimler almış, karakterler ideolojilerin taşıyıcısı olmaktan çıkıp, ahlaki varoluşun
sınavına giren kişiler haline gelmiştir.
İnsancıklar ile Suç ve Ceza arasında yapılan bu karşılaştırma, Dostoyevski'nin insanı
toplumsal koşulların biçimlendirdiği edilgen bir varlık olarak görmekten; vicdanı, iradesi
ve inancıyla kendi iç dünyasında çatışan bir özneye dönüştürme serüvenini gözler önüne
serer. Bu dönüşüm, en çok da karakterlerin acı, suç, pişmanlık ve arayış dolu iç
yolculuklarında hayat bulur.