HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 26 EKİM 2025, PAZAR



OSMANLI TÜRKÇESİ BİLMEYEN “NUTUK”U DA ANLAYAMAZ

26.10.2025 00:00
Bunu meslek hayatı boyunca Nutuk hakkında gerek uluslararası gerekse yarışma, atölye, çalıştay, proje gibi farklı format ve platformlarda öğrencileriyle birlikte çalışmalar yapmış bir Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak söylüyorum.
Karşılaştığım en büyük güçlük; Nutuk'u anlamayan gençlerdi. Katılım yüksekti ama öğrenciler, okuduklarını anlayamadıklarından yakınıyorlardı. Ne acıdır ki Atatürk'ün ağzından çıkan kelimeleri anlamıyor "Türk istikbalinin evladı". Osmanlı Türkçesi ile yazılmış Nutuk'un dili şimdiki gençlere ağır, anlaşılmaz gelse de o dönemde Atatürk, bu eseri kürsüden okuduğunda, "Bu imkân ve şerait çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir." dediğinde, "İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen" dediğinde elbette sözlüğe bakmadan anlıyordu "Türk gençliği".
Ama kaderin acı bir "tezahür"ü olarak "gençliğin istikbali" şimdi anlamıyor maalesef.
Temcit pilavı gibi iki de bir sözü Osmanlı Türkçesine getirip asil Türk dilinin yaklaşık bin yılına ait sayısız belge ve eserlerini barındıran en verimli dönemine saldıranlar gafletten mi, dalaletten mi, yoksa hıyanetten mi yapıyorlar bunu? Osmanlı Türkçesini karalamak için Atatürk'ü, Atatürkçülüğü ve çağdaşlığı öne sürmek çok yanlış bir stratejidir.
Bir kere Osmanlı Türkçesi, Atatürk'ün Nutuk eserinde kullandığı Türkçedir. Bu, kuru bir iddia değildir. Bizatihi eserin kendisi ve eserin finalindeki Gençliğe Hitabe; bunun en canlı kanıtıdır.
Yine Nutuk'un dili hakkında Prof. Dr. Zeynep Korkmaz "Millî Edebiyat devrinin işleyip geliştirdiği oldukça sadeleşmiş bir Osmanlı Türkçesi" ifadesini kullanmaktadır.
Entelektüel bir lider olan Atatürk'ün Türkçeyi kullanma gücünü, dile hâkimiyetini Nutuk'ta hayranlıkla görebiliriz. Tarihi yapanla yazanın birleştiği bu eser; hitabet sanatının en mükemmel örneklerindendir.
Eğer birileri Atatürk üzerinden Osmanlı Türkçesine saldırıyorsa bilin ki onlar Nutuk'u -aslından- okumamış demektir ya da Atatürk'ün kaleminden çıkmış özgün metnini yok sayıyor, demektir.
Osmanlı Türkçesi anlaşılmıyor, öyle mi! Yani Atatürk'e siz "anlaşılmaz bir dil kullandı" mı diyorsunuz? Asla, anlaşılmaz değildir. Atatürk; çıktığı kürsüde, her satırıyla daha da büyüyen bir heybetle şu cümleleri okurken bütün Türk milleti anlıyordu bir vakitler: "Efendiler, ben, bazı rüfekaca serd olunan mütâlaât ve tevehhümâta mutâvaat gösterseydim; iki nokta-i nazardan, büyük mahzurlar tevellüd edecekti. Birincisi; mütâlaâtımda, mukarrerâtımda ve bütün hüviyetimde isabetsizlik ve za'f olduğunu itiraf etmek ki bu husus, benim vicdanen der-uhde ettiğim vazife nokta-i nazarımdan gayr-i kabil-i telâfî bir hata olurdu."
Nutuk'tan rastgele seçtiğimiz bir bölüm daha alalım. Güzel bir tevafukla Atatürk'ün "açık ifade edeceğim" diye başlayan bir cümlesi karşımıza çıktı: "Efendiler, açık ifade edeceğim, beni ma'zûr görünüz; her birinizin salâhiyet-i fevkalâde ile intihap olunmasına ve salâhiyet-i fevkalâdeye mâlik bir Meclis'in teşekkülüne ve bu Meclis'in, memleketin mukadderâtına vâzı'-ül-yed bir mahiyet iktisap etmesine çalışan, benim! Bunda muvaffak olmak için en yakın arkadaşlarımla fikir mücadelesi yaptım. Bütün hayatımı, mevcudiyetimi, bütün şeref ve haysiyetimi mehâlike ilka ettim."
(Yegâne) Başöğretmen Atatürk "açık anlatacağım", diyorsa gayet açıktır ve bu cümleleri eğer anlamıyorsak nedeni Nutuk'un dilinin ağırlığı değil, bizim kelime hazinemizin hafifliğidir. Adı üstünde nutuk, söylev ya da hitabelerde dinleyicilerin anlayacağı bir dil kullanılır. Kelimeler, hedef kitleye uygun seçilir.
Nezih bir üslup ile Kurtuluş ve Kuruluş sürecini anlatan Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Nutuk eseri, aynı zamanda edebî değer de taşımaktadır. Eserde yer alan metaforlar, seçkin bir edebî zevkin yansımalarıdır. Mesela şu cümlede "tereddüt", bir düğüme benzetilmiştir: "Burada, zihinlerde mevcut olması ihtimali bulunan bazı tereddüt düğümlerinin, çözülmesini teshil için, bir hakikati beraber müşahede etmeliyiz."
Hem "açık" hem edebî bir üsluba sahip olan ve Osmanlı Türkçesi ile kaleme alınan Nutuk'un (1960'lı yıllardan sonra) sadeleştirilmiş basımları raflarda yerini alsa da özgün hâli hiçbir zaman rafa kaldırılmamıştır. Bilakis Nutuk üzerine bilimsel bir çalışma yapmak isteyenlerin, kesinlikle onun aslına ulaşması gerekmektedir.
Ayrıca hiçbir sadeleştirilmiş metin, aslının yerini tutamaz. Atatürk'ün ne konuştuğunu anlamamak ve tercüman kullanmak gibidir sadeleştirilmiş Nutuk.
Eser ile günümüz arasında uzun bir zaman mesafesi olmamasına rağmen dilin hızlı bir tempo ile değiştiği, nesillerin ise bu değişimle birlikte kültür hafızasını yitirdiğini görüyoruz. Öyle ki basımının üzerinden yüz yıl bile geçmemiş bir eser dahi anlaşılamıyor ve "dil içi çeviri" ihtiyacı doğuyor. "Dil içi çeviri" terimini Türk Dil Kurumu, "bir dilin tarihî dönemlerindeki biçimleriyle yazılmış bir metnin günümüz diliyle ifade edilmesi" ve "bir dilin kelimelerine ait varyantların günümüz diliyle ifade edilmesi" şeklinde tanımlamaktadır.
Nutuk'un dil içi çevirileri ise yeni sorunları beraberinde getirmiştir. Nitekim Atatürk Araştırma Merkezinin 2005'te bastırdığı Nutuk'u bugünkü dille yayına hazırlayan Prof. Dr. Zeynep Korkmaz, Ön Söz'ünde şöyle demektedir: "Eserin aslındaki cümleleri, anlamlarını bozacak şekilde kısaltıp parçalama ve herkesçe bilinen kelimelere bile yakışıksız yeni yeni karşılıklar arama gayreti yüzünden, Atatürk'ün birleştirici ve bütünleştirici kültür dili anlayışına ters düşen ve özünden koparak Osmanlıcası kadar anlaşılmaz duruma gelmiş bulunan, aşırı dil yapısında Söylev metinleri ortaya çıkmıştır." "Bugünkü dil örgüsüne ve üslup zevkine ters düşen, metnin anlaşılmasını güçleştiren bazı tıkanmalara" neden olabilecek Nutuk çevirileri bulunduğunu Ön Söz'ünde vurgulayan Prof. Dr. Zeynep Korkmaz "Nutuk'taki üslup, tek bir kelimesinden fedakârlık edilemeyecek kadar ölçülü ve tabidir." demektedir.
Atatürk'ün "uzun ve teferruatlı beyanatım" olarak nitelendirdiği Nutuk, onun ifadesiyle "mazi olmuş bir devrin hikâyesi"dir. Ancak bu "mazi", geleceğe ışık tutacak bir hikâyedir. Eserini niçin kaleme aldığının cevabını ise şu cümlenin içinde bulabiliriz: "Bunda, milletim için ve müstakbel evlâtlarımız için dikkat ve teyakkuzu davet edebilecek, bazı noktalar, tebârüz ettirebilmiş isem kendimi bahtiyar addedeceğim."
Nutuk'un finalinde yer alan ve özü-özeti sayılan Gençliğe Hitabe'sinde Atatürk, mesela "bedhah" ve "düşman" kelimelerinin her ikisini de kullanmıştır. Sadece düşman deyip geçmemiştir. Çünkü düşman; gizli ya da açık şekilde bizim kötülüğümüz için uğraşandır. Bedhah ise fırsat kollar, tetikte bekler. Bedhahlar, dünyanın en büyük korkaklarıdır ve ellerine fırsat geçtiğinde kötülükte bir sınır tanımazlar. Cumhuriyet'imizin korunması ve savunmasına dair bizlere verilen görevi yerine getirebilmek için öncelikle düşman ve bedhahlarımızı çok iyi ayırt edebilmeliyiz. Atatürk Nutuk'ta, bunların aziz vatanımıza yönelik siyasi emellerini vurgulayarak yol gösterici mahiyette açıklamalarda bulunmuştur. Bunun için sadeleştirilmişi de olsa mutlaka Nutuk okuyalım, Nutuk okutalım.
Diğer taraftan, yıllar evvel bir okuyucum, Atatürk'ün "mezar taşlarını değil, Göktürk Kitabeleri'ni okumamızı istediğini" belirten bir yazıdan bahsetmişti ve "Bu, doğru mu?" diye sormuştu. Neresinden başlamalı düzeltmeye! Bir kere Göktürk Kitabeleri, yani Orhun Abideleri de mezar taşlarıdır zaten. Mezar taşı deyip geçmemek gerek. Atatürk'ün gençliğe Orhun Abideleri'ni okutması; tarihimize ait belgelere sahip çıkmamız gerektiği mesajını verir her şeyden önce. Taşlar üzerine tarih yazmış bir ecdadımız var çünkü. Prof. Dr. Muharrem Ergin Hoca'mın "asırlar içinden millî istikameti aydınlatan ışık, Türklüğün en büyük iftihar vesilesi olan eser, insanlık âleminin sosyal muhteva bakımından en manalı mezar taşları" gibi sözlerle nitelendirdiği Orhun Abideleri'ndeki şu ifadeler; tek başına tarihimizi özetler: "Türk, Oğuz beyleri, milleti, işitin! Üstte gök basmasa, altta yer delinmese, Türk milleti, ilini töreni kim bozabilecekti!" Kurtuluş Savaşı ile Anka misali küllerinden yeniden doğan Türk milletinin var olma mücadelesini anlatan Nutuk ise ezelden ebede uzanan istiklal eksenindeki kaderimizden önemli bir kesittir.
Sözün özü; Osmanlı Türkçesi ve Türkiye Türkçesi birbirinin zıddı/rakibi değil, aksine Türkçemizin ezelden ebede uzanan tarihinde yer alan dönemleridir. Türkiye Türkçesi, Osmanlı Türkçesinin devamıdır. Atatürk'ün Nutuk eseri de bunun en güzel kanıtıdır. Arap harfleriyle yazılıyor diye Osmanlı Türkçesini Arapça zannetmek, Latin harfleri kullanılıyor diye günümüz Türkçesini "Latince" zannetmek kadar saçmadır. Yine ilk baskısı Arap harfleriyle olan Nutuk'u Latin harflerine çevirdiğimizde onun Osmanlı Türkçesi dil özelliği kaybolmaz. Esasında eskiler ona Osmanlı Türkçesi ya da Osmanlıca değil Eski Yazı, Eski Türkçe derlerdi. Öyledir bence de.
Her türlü şahsi, siyasi vs. ön yargılardan arınarak Türk dili tarihine bütünleyici bir gözle bakmak, varlığımızın temel şartlarındandır. Aksi hâlde bilerek yahut bilmeyerek, ezelden ebede uzanan dallarıyla Türk dili ağacının içindeki ve o ağacı içten yiyip bitiren kurt gibi bahtsız bir kaderin sahibi oluruz. Asla unutmamalıdır ki Türkçe sadece bir dil değil, ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyeti'mizin temelidir. Anayasa'mızın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez ilk 4 maddesi kapsamındadır. Kırmızı çizgimizdir.
Kökü çok derinlerde olan Türk dili ağacının gür dallarında biten bir yaprak olabilmek ümidiyle…


 
Feride TURAN / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--








logo

   E-posta: bilgi(@)eskisehirdenhaber.net
Tüm hakları Eskişehirden Haber adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.
Mobil uyumlu haber yazılımı: www.eticaret.com.tr