HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 04 TEMMUZ 2025, CUMA



İSRAİL TERÖR DEVLETİDİR-2

04.07.2025 00:00
(Dünden Devam)
.....

Bilgilerinize Saygılarımızla
İmza mühür (1) "Gördüm onayladım" ibaresi
İmza (2)
"Gördüm onayladım" ibaresi
ONAY
"Rütbe-İsim-İmza-Mühür-Tarih"
El Ferik
Abid Himut El Mahmut (Abdülhamit el Mahmut)
Başkanlık Özel Sekreteri
18/9/2001
(Saddam Irakı'nda "dönemin" en etkili adamlarından biri olduğu ifade ediliyor. Maliki Hükümeti döneminde 2013'te idam edildi.)
Dağıtım: Muhaberat Özel Ofisi
Takdir Ediyorum(Ağar, 2015: 433).
11 Eylül 2001 tarihinde New York'taki ikiz kulelere ve Pentagon'a yaptığı saldırılarla ABD'nin intikam duygularını galeyana getiren, öfke, kin ve acımasızlığını tetikleyen, küresel terörle mücadele konseptini hayata geçiren, Irak ve Afganistan işgallerine yol açan, BOP ve Arap baharıyla filin zücaciye dükkânına daldığı gibi ABD'nin Ortadoğu'ya dalmasına neden olan El-Kaide'nin arkasında da, kimlerin olduğuna dair bazı emareler var. Yoksa adı geçen şahıslar, hangi yetki ve cüretle, Irak'ta El-Kaide'ye bağlı bir örgütün kurulmasına karar vermeye kalksınlar? Belgenin üzerindeki tarih ise belgenin en ilginç taraflarından birisi, 18 Eylül 2001... Yani 11 Eylül saldırısından tam bir hafta sonra. Saddam muhaberatı, tarihin en büyük kırılmalarından birine neden olacak WTC (Dünya Ticaret Merkezi) ve Pentagon saldırılarından hemen sonra bir istihbarat raporu yazıyor ve Saddam'ın önüne koyuyor. Bize de "ilginç, hem de çok ilginç!" demekten başka bir şey kalmıyor. Zaman içerisinde isim değişiklikleri ile günümüze ulaşan DAEŞ-IŞİD'in nasıl ve kimler tarafından kurulduğuna dair pek çok yorum yapılmış ve yapılacak olsa da... Sahte ya da gerçek pek çok bilgi ve belge ortaya dökülmüş ve dökülecek olsa da... Her şeye rağmen bu örgütün kimler tarafından kurulduğu ve kimlerin hedef ve menfaatlerine hizmet ettiği belki çok anlaşılmayacak. Yalanlar gerçek, gerçekler yalan olsun istenecek... Çatışmalarla birlikte, "tam gaz" asimetrik bir psikolojik harekât, kamu diplomasisi, kültür mühendisliği ve algı operasyonları yaşanacak. Gri, kara ve beyaz propagandalar havalarda uçuşacak. Artık bundan sonra IŞİD'in neden olduğu toz bulutu dağıldığında ve kan denizi durulduğunda kim ne kazanmış, kimin elinde ne kalmış, ona bakılacak. Ancak bugün bu bile bir ölçü değil... Çünkü kontrollü kaosla kontrolsüz kaos arasındaki ince çizginin iyice belirsizleşeceği DAEŞ-İŞİD döneminde, kazananlarla kaybedenler arasındaki çizginin de iyice belirsizleşeceği anlaşılıyor(Ağar, 2015: 434).Çünkü ortada dizayn etme ve aparat kullanma konusunda uzman olduğunu zannedenlere dair de büyük bir çuvallama durumu var. "Pardon..." deyip duruyorlar. Ancak ürettikleri inisiyatif, pardonların ve çuvallamaların izini silme gücüne de sahip... IŞİD'in neden olduğu kaos artık ülkelerin millî güç unsurlarını kendi bekaları adına nasıl kullanacaklarının maharet testine dönüşmüş durumda... Kendi bekama hizmet edeyim derken, IŞİD ya da bir başka mezhepsel ya da etnik gücün, devlet ve devletler grubunun menfaatlerine, teolojik paydalara ve beka çıkarlarının özdeşliklerine hizmetler üretilecek. Bundan bölgedeki yerel oyuncular ve aparatlar da fazlasıyla payını ve dersini alacak. Bedeller ödenecek! Ancak ister IŞİD bitsin, ister bitmesin, bölgedeki kaos bölgenin ve insanlığın hayrını düşünen bir iradenin, iradesini ortaya koyuncaya kadar kesinlikle bitmeyecek (Ağar, 2015: 435). Abdullah Ağar'ın 2015 yılında yaptığı tespitlerden bugünlere yani 2025 yılına tarihsel bir projeksiyon yaptığımızda IŞİD (DAEŞ) sadece emperyalizm ve İsrail'in işine yaramıştır. Büyük oranda çeşitli terör örgütleri ile ilişkisi ispatlanabilecek İsrail artık kendini gizlemek ihtiyacı bile duymamakta açıkça dünyayı III. Dünya savaşına sürüklemekten de çekinmemektedir. MOSSAD ajanları Ortadoğu'da cirit atıp bağlantılar kurmakta ve işbirlikçilerini artırmaktadır. Her devlet bu işbirlikçilere karşı tedbirlerini gözden geçirmelidir. Aksi halde her devlet İran üst düzey yöneticiler ve askeri komuta heyetinin düştüğü tuzağa düşebilecektir. Bir devlet dışarıdan topla tüfekle yıkılmaz ancak iç cepheyi zayıflatan; emperyalistlerle şahsi menfaatlerini önceleyen iş-birlikçiler yüzünden yıkılır. Tarih bu iş-birlikçilerin örnekleri ve yol açtığı felaketlerle doludur.
Sonuç
İbrahim Okur Terörün Patronları isimli eserinde şu tespitlerde bulunmaktadır: Büyük Güçler, daha önce savaş yoluyla elde etmek istedikleri sonuçları, savaşmadan sağlamak üzere üç kavram ortaya atarak, bunların ışığında yeniden örgütlenmeye gitmişlerdir. Bu kavramların birincisi, kontrollü bunalım stratejisi; ikincisi, provokatif (kışkırtıcı) ajanlık; üçüncüsü ise, etki ajanlığıdır. Bu işler için kurulan örgütlerin başlı­caları şunlardır: İngiltere'de MI-6, ABD'de CIA, İs­rail'de MOSSAD, Sovyetler  Birliği'nde KGB, Fransa' da SDECE, Çin'de Çin Gizli Servisi, Şah dönemi İran'da SAVAK(Okur, 2016: 138-139).
Tevrat'ta bile yer alması dolayısıyla, Yahudiler arasında, ca­susluk en saygın mesleklerin başında gelmektedir. Hititlerin de bir casusluk şebekesi olduğu bazı tab­letlerde yer alan raporlardan anlaşılmaktadır (MÖ 15. yüzyıl). Herhalde tarih boyunca kurulmuş bü­tün devletlerin az çok bir casusluk örgütü vardır. İkinci Dünya Savaşı bittiğinde en tecrübeli ve yaygın istihbarat örgütü İngilizlerin MI-6 örgütü idi. ABD'de ilk örgütlü istihbarat, 1942'de kurulan OSS adı verilen bir örgüttü. Bundan öncesinde, ABD yönetimi, istihbarat işinin diktatörlük rejimlerinin işi olduğunu söyler ve örgütlü istihbarat şebekeleri olmadığı için övünürlerdi. (Gerçekte misyo­nerlerin ve arkeologların ağır bastığı bir örgütleri var­dı.) OSS, İkinci Dünya Savaşı'nda hiçbir başarı elde edemedi. Birçok yerde komik durumlara da düştü. Yönetim, durumun farkındaydı ve bu yüz­den savaş biter bitmez örgütü ortadan kaldırdı. Onun yerine İngilizlerin desteğinde ve eğitmenli­ğinde CIA'yi kurdular (1947). CIA'nin Yahudilerin de geniş desteğini aldığını düşünmek gerekir. İs­rail devleti henüz kurulmazdan önce dört ayrı dalda faaliyet gösteren dört ayrı istihbarat örgütüne sa­hipti. Bu dört örgüt, hep birlikte beşinci bir örgüt olarak MOSSAD'ı kurdular ve kendileri iyice perde arkasına çekildi (1951). Sektördeki gelişmeleri iz­leyen Sovyetler Birliği, Bolşevik İhtilali'nden beri var olan örgütünü günün şartlarına göre yeniden düzenleyerek KGB'yi kurdu (1954). Daha sonra, CIA ve MOSSAD'ın ortak çalışması ile İran şahının finanse ettiği SAVAK kuruldu (1956). Soğuk Savaş döneminde yeryüzünü işte bu örgütler yönlendirdi. Bunun yanında, söz konusu örgütlere eşlik eden birçok yan kuruluşun, kulüp, vakıf ve derneğin de ortaya çıktığını ve dünya çapında işbirlikçi tedarikinde kullanıldığını da eklemek gerekir(Okur, 2016: 139-140). Bütün bu örgütler, Soğuk Savaş hiç bitmeyecekmiş gibi gayretkeş bir tutum içindeydiler. Hiçbir ahlak yasasını hiçbir zaman tanımadılar. Akla hayale gelmedik ne kadar insanlık suçu varsa hepsini işlediler. Bütün bu etkinliklerin, ortada adı dolaşan gizli örgütlerin hepsi tarafından ayrı ayrı yürütüldüğünü düşünecek olursak, sür­dürülen gizli savaşın yol açtığı, kültürel, toplumsal, siyasî, ahlakî, askerî ve ekonomik kirliliğin boyut­larını da kestirmek mümkün olur. Nitekim bir süre sonra bu örgütlerin işlerini taşeron olarak üstlenen yan kuruluşlar ortaya çıktı. Dünyanın her yanın­daki etnik sorunların üzerine gidildi, yetersiz etnik sorunlar kaşındı, tırmandırıldı ve etkin yarar sağ­layacak biçimlere sokuldu. Siyaseti etnisite kav­ramları üzerine oturtmuş olan siyasi partiler geniş desteğe mazhar oldular(Okur, 2016: 142). Geniş imkanlara kavuşturulmuş, devasa yeraltı örgütleri yeni şartlar karşısında rolsüz kaldılar. Ta­şeronlar, varlığını sürdürmek için önlerine yeni hedefler koydu. Yeni şartlara resmiyet kazandıran 11 Eylül 2001'de New York'a yapılan intihar saldırısı oldu. El Kaide yakın zamanlara kadar adı en çok duyulan terör örgütüydü. 2016 yıllarında IŞİD ya da diğer adıyla DAEŞ öne çıktı.  Batı dünyası ve Rusya bu örgütlerinin hepsini terör örgütü olarak niteliyor ama bunların ikmalini kimlerin yaptığı sorusuna cevap aramaya hiçbiri yanaşmıyor (Okur, 2016: 143). Siyonist Yahudi "Bernard-Henry Levy" ile "Mesud Barzani'nin mutabakatı ile Dinî görünümlü Terör örgütünün kurulduğunu belgeleyen Irak Cumhuriyeti Başkanlık Sekreterliği Sayı: K/7582 Tarih 18/9/2001'li İstihabarat Raporu yukarda anlatılmıştı. Burada Saddam muhaberatının izlediği görüşmede adı geçen Bernard-Henry Levy'nin kim olduğuna bakmakta fayda vardır. Levy, 5 Kasım 1948'de doğmuş. Cezayirli Yahudi bir ailenin çocuğu... Ailesi, doğumundan sonra Paris'e taşınmış, babası kereste ticareti yaparak milyarder olmuş. Levy, İslam ve terörizm üzerine çalışmalarıyla tanınıyor. 2010 yılında The Jerusalem Post/İsrail tarafından dünyanın en etkili 50 Yahudisi listesinde 45. sırada yer almış... Fransız yazar ve entelektüeli. Fransa'da 1976'da başlayan yeni filozoflar akımının liderlerinden... İyi okullarda okuyan Levy, dönemin ünlü Fransız entelektüel ve filozofları olan Jacques Derrida ve Louis Althusser den ders almış. Gazeteciliğe Combat gazetesinde muhabir olarak başlamış... Bu dönemde Hindistan, Pakistan ve Bangladeş'te çalışmış ve 1973'te Bangladeş özgürlük Savaşı adında ilk kitabını yazmış. Paris'e döndükten sonra yeni filozoflar okulunun genç kurucusu olarak tanınmış ve Strasbourg Üniversitesi nde felsefe dersi vermiş. 1977'de yayınladığı Barbarism with a Human Face kitabında Marksizm'in doğası gereği yozlaştığını ifade etmiş... 2010 yılında Tel Aviv'de düzenlenen "Democracy and its Challenges" konferansında, İsrail ordusunun daha önce hiç görmediği kadar demokratik olduğunu söylemiştir. Mart 2011 de Libyalı isyancılarla Bingazi'de görüşmüş ve Ulusal Geçiş Hükümeti nin tanınmasına çalışmış. 2011 yılında Nicolas Sarkozy'nin Libya müdahalesi için ABD'yi ikna çalışmalarım desteklemiş. Mayıs 2011 de Suriye'ye askeri müdahalede bulunulmasını istemiş. 1983 yılından beri Nicolas Sarkozy'nin arkadaşı olan Levy, Yahudilerin toplum ve siyasete benzersiz ahlaki bir destek saklayabileceğini söyleyen bir Yahudi'dir (Ağar, 2015: 435-436.). Kısaca fanatik Yahudilerin ve MOSSAD'ın terörizmle bağlarını göstermesi bakımından bu bilgilerin Türk ve Dünya kamuoyu tarafından bilinmesinin elzem olduğudur. Kısaca ABD ve İsrail, fanatik Siyonistler aracılığı ile terör örgülerini kurmakta, finanse etmekte ve devletlerde iç karışıklıklar çıkarma aparatı olarak kullanmaktadır. Böyle bir devlet anlayışı uluslar arası hukuk ve ahlak açısından insanlık ayıbıdır. Bedelini milyonlarca sivil ödemektedir.
            Sonuç
  Terör devleti İsrail'in ülkelerin etnik yapılarından dini ve mezhepsel farklılıklarına kadar her konuda terör üretme mekanizmasını kullandığı çok açıktır. kendisinin son derece konsolide bir yapıya sahip olması asırlardır dışa kapalı bir toplum olarak bu günlere gelmesi onu millî devletlerden bile daha dayanışmacı bir yapıya kavuşturmuştur.  Fakat bu özelliğini dünya barışı için kullanmamaktadır. Fanatik bir Yahudi inancını benimsemiş olan bugünkü İsrail'in bu şekilde dünya barışına katkısının olması mümkün değildir.  Bu anlayış çerçevesinde terör örgütleri kurup veya onlarla işbirliği yaparak hem Yahudileri hem de dünyayı riske atmaktadır. Roger Garaudy, İsrail Siyasetini Oluşturan Efsaneler adlı ese­rinde, ABD'deki Yahudi Birliği'nin başkanlarından anti-Siyonist ola­rak bilinen Rabbi Elmer Berger(1908-1996)'in bir konferansında yaptığı açıklamaya yer vermiştir:  "İsrail Devleti'nin şu anki oluşumunun bir Kutsal Kitap kehanetinin tamamlanması olduğunu ve sonuç olarak devletlerini kurmak ve onu yaşatmak için İsrail­lilerce gerçekleştirilmiş olan bütün bu hareketlerin önceden Tanrı tarafından onaylandığını iddia etmek kim için olursa olsun kabul edilemez. İsrail'in bugünkü politikası, İsrail'in ruhani boyutuna zarar vermiş ya da en azından onu karanlığa gömmüştür."(İsrail doğdu, insanlık öldü. Dustin Hoffman(Okur, 2023: 121)Tahrif edilmiş Tevrat çerçevesinde Yahudi milleti İsrail Devleti tarafından kandırılmaya çalışılmakta ırkçı bir halüsinasyonun ve illüzyonun peşinde uçuruma doğru sürüklenmektedir. Sedat Şenermen'in Akıl, Bilim ve Kur'an Işığında Dinler ve Dünya Egemenliği isimli eserinde ifade ettiği gibi sömürgeci emperyalist batı ülkelerinin İsrail terörünü desteklemelerinin altında da şu nedenler yatmaktadır: l)Din devleti olarak devlet terörü uygulayan İsrail Devleti'ni, stra­tejik müttefik olarak Ortadoğu'da desteklemektedirler, 2)Kendisini, bulunduğu ortamda kuşatılmış hisseden İsrail'in gü­venliği için Büyük Kürdistan adı altında "üç İsrail" projesini gerçek­leştirmek istemektedirler, 3)Tevrat'ta belirtilen "Nil'den Fırat'a" Tanrı'nın -Yahova'nın- tek hukuk, tek devlet krallığının kurulmasını istemektedirler, 4)İsrail'in içme suyu ihtiyacını Fırat ve Dicle ırmaklarından sağ­lamak üzere ele geçirilmesini istemektedirler, 5)Müslüman ülkelerin zengin yer altı ve yerüstü -petrol, doğal gaz madenler ve su gibi- kaynaklarını ele geçirme stratejisini sürdürmek­tedirler, 6)İslam'ı bilim ve din açısından anlayıp hakkıyla değerlendirememişlerdir. Bu nedenle Haçlı zihniyetini sürdürmektedirler, 7)İslam ülkelerini sömürge anlayışı ile yönetmek istemektedirler (Şenermen, 2013: 51-52). Kurulduğu günden beri İsrail, Avrupa ve ABD'nin desteği ile Araplara karşı sürekli siyasî üstünlük kazanmıştır. 1982 yılında İsrail, Lübnan'daki Filistinli sığınmacı militanların Lübnan'dan yaptığı saldırıları sebep göstererek Lübnan'ı işgal etti. Fakat 2006 yılında İran'ın desteklediği Lübnan Hizbullahı (12 Temmuz-14 Ağustos 2006 tarihleri arasında ) ile olan savaşı İsrail kaybetti. Bu arada İsrail Arap devletlerinden işbirlikçi kukla yöneticiler vasıtasıyla da yapmış olduğu katliamlara devam etti ve günümüzde de etmektedir. 2024-2025 yılları İsrail'in Gazze'de yaptığı katliamlarla feryatlar sağır kulaklara çarpıp dönmektedir. İnsanlık tarih önünde bir kez daha sınıfta kalmıştır. Aynı zamanda Lübnan Hizbullah üyelerinin telefon, telsiz gibi elektronik cihazlarına yerleştirdiği uzaktan kumandalı sistemlerle onları şimdilik bertaraf etmiştir.   Avrupa'nın ve ABD'nin çifte standardı neticesinde ise her geçen gün İsrail'in teknolojik gelişmesine ve nükleer programının ilerlemesine ses çıkarılmamaktadır. Terör örgütleri vasıtasıyla parçalanan Suriye, Irak, Libya'nın başına gelenler yarın İran'ın yahut Türkiye'nin başına gelmeyeceğini hiç kimse garanti edemez.  Bu açıdan Ortadoğu coğrafyasında yapılan ve Türkiye'de de yapılmak istenen toplum mühendisliği, demografik nüfus değişikliği; Türk devletinin yakın mercek altına alması gereken en önemli güvenlik başlıkları arasındadır. Eğer Terör örgütlerini sadece eli silahlı birkaç kandırılmış insan şeklinde görüp arkasındaki finans kaynaklarını, çok uluslu şirketleri ve devletleri hesaba katmadan terörizmle mücadele etmek mümkün değildir. Özellikle  CIA,  MOSSAD, MI-6 gibi istihbarat örgütlerinin, terör örgütleri ile çok yakın temasta oldukları bilinen bir gerçektir. Çok uluslu şirketlerin de özellikle Ortadoğu coğrafyası ve Türkiye gibi jeo-stratejik önemi yüksek, üç kıta arasında köprü olan, madenler açısından çok zengin ülkelere göz diktikleri de unutulmamalıdır. Bu coğrafyanın tabii kaynaklarını sömürmek için asırlardır emperyalistlerin oynamadıkları oyun neredeyse kalmamış ve hepsi bilinmektedir. Fakat toplumsal hafıza unutkandır. Bunlar hatırlanmamakta her seferinde emperyalistlerin kurduğu tiyatro sahnesi tekrar birinci perdeden başlamakta ve yeniden oynamaktadır. Yüce Türk milleti ve Türk devleti millî hafıza ve tarih şûrunu topyekun bir zihinsel uyanışla yeniden inşa etmelidir. Aksi takdirde Anadolu'yu vatan yapan onu Türkiye adıyla ebedileştiren atalarımızın emanetine sahip çıkmak mümkün olmayacaktır. Millî şairimiz Mehmet Akif ERSOY'UN (1873-1936)  söylediği gibi "Sahipsiz olan vatanın batması haktır; Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır".
 
Prof.Dr. Hilmi ÖZDEN / diğer yazıları
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--





logo

   E-posta: bilgi(@)eskisehirdenhaber.net
Tüm hakları Eskişehirden Haber adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.
Mobil uyumlu haber yazılımı: www.eticaret.com.tr