Ankara'da görev yaptığımız yıllarda, çalıştığım kurum Kocatepe Camii'ne çok yakın
olduğundan dolayı Cuma namazları için Kocatepe Camii'ne giderdik. Çok uzun yıllar inşaatı
sürmüş, sonunda ibadete açılmıştır camii, avlusu ile birlikte yaklaşık otuz bin cemaat alır,
dolayısı ile uzaktan yakından birçok kişi özellikle Cuma Namazı için gelirdi bu camiye.
Bir Cuma namazı çıkışı, camii avlunda büyük bir kalabalık birisinin etrafında toplanmış,
geçmiş olsun Sayın Bakanım ifadelerini kullanıyordu, dikkatimi ve merakımı celb ettiği için
kimdir bu kişi diye ben de katıldım kalabalığa.
Kalabalığın ortasında rahmetli Hasan Celal GÜZEL vardı. Özetle ve hatırımda kaldığı
kadarıyla ;" şükür kurtulduk, büyük bir yük indi sırtımdan" şeklinde ifadeler kullanıyor, bir
taraftan da o meşhur tebessüm eden yüzü ile vatandaşla sohbet ediyordu.
Milli Eğitim Bakanlığından bir gün önce istifa etmiş, bir milletvekili, bir sade vatandaş
olarak, belki arkasında belli belirsiz gezen sivil bir koruma polisi ile Kocatepe Camiine Cuma
namazına gelmiş, çıkışta milletin büyük bir teveccühü ile cami avlusunda vatandaşla içli dışlı,
şakalaşıyor.
O tarihleri yaşayanlar bilir, rahmetlinin bir de kucaklaşması vardı, adeta el ense çeker, eğer
sağlam durmazsanız eli ile çektiği zaman eğer boşta durursanız yere düşebilirsiniz.
Kim ne derse desin, milletin gönlünde yer etmiş, sevilen, sayılan bir devlet adamı idi, Hasan
Celal GÜZEL. Siyasetçi değildi birçok insana göre, Devlet Adamı idi. Siyaset ve siyasetçilik
ayrı şey, Devlet Adamlığı ayrı.
Eğer siyasetçi olsaydı, kurduğu parti ile iktidar olur idi.
Sosyal medyada rastladığım kendi paylaşımlarından kesitleri paylaşmak istiyorum
müsaadenizle, yaşı bizlere yakın olanlar bilir rahmetliyi, tarihe not düşmek, yeni nesillerin de
Hasan Celal GÜZEL gibi güzel bir insanı, güzel bir devlet adamını bir nebze tanımalarını
istedim, bir Cuma günü hatırasına.
Şöyle diyor rahmetli Hasan Celal GÜZEL,
"………….Efendim, artık 68 yaşında, su katılmamış bir avanak, hakikî bir budala ve
gayrikabil-i ıslah bir 'enayi' olduğumu itiraf ediyorum. Bana küçük yaşımdan itibaren
'beytülmal'ın mukaddesliğini öğretmişlerdi. Hiç kimse 'Devlet malı deniz, yemeyen
domuz' dememişti.
……Çalışma hayatımda tek gün dahi izin kullanmadım. Bir gece bile doyasıya
uyuyamadım. Kimileri bana 'uykusuz müsteşar' adını takıp uçup kaçtığımı söylerdi
ama 'Ne akılsız adam yahu!' şeklindeki fısıltılar, her gün yüzlerce telefon
konuşmasıyla çınlayan kulaklarıma kadar gelirdi.
Üzerinde 'T.C. Hükümeti' yazan kurşun kalemleri, silgileri ve kâğıtları, sadece resmî
hizmetlerde, âdeta okşar gibi incitmemeye çalışarak kullanırdım. Çocuklarım devlet
malına ellerini dahi süremezlerdi. Plakaları kırmızı ve siyah renkli resmî arabalara bir
defa dahi binmediler. Yüzlerine bakmaya kıyamadığım Mustafam ve Elifim, bir saat
daha az uyuyup belediye otobüsleri ve okul servisleriyle okula gittikleri esnada,
bendeniz müsteşarlık ve bakanlık yapıyordum. Bırakınız eşime araba tahsis etmeyi,
evde devletin personelini çalıştırmayı; idarecilik ve siyaset hayatımda lojmanda
oturmadım. Koruma görevlisi de kullanmadım. Arabamın önünde ve arkasında
fiyakalı eskortlar hiç bulunmadı.
"………Meselâ, bendeniz milletvekiliyken -birkaç zarurî toplantı dışında- Meclis
lokantasında yemek yemezdim. Zira, burada çalışanlar kamu personeliydi ve çok
ucuz olan yemekler milletin kesesinden sübvanse ediliyordu. Sonra, çok beğendiğim
halde, aynı gerekçelerle TBMM Sigarası da içmedim. Ceplerim şıkır şıkır metal
jetonlarla dolu olarak dolaşır, özel görüşmelerimi kulisteki ankesörlü telefonlarla
yapardım. O zaman beleş cep telefonlarımız da yoktu.
Hiçbir hediyeyi kabul etmez; ya reddeder veya demirbaşa kaydettirerek devlete intikal
ettirirdim. Yıllarca üst yöneticilik, müsteşarlık, bakanlık yaptım; hâlen evimde bu
dönemlere ait -bronz plaketler dışında tek bir hatıra eşya göremezsiniz.
Benim anladığım mânâda siyasete Zengin girilir, fakir çıkılır.
".…Şimdi 70'ine merdiven dayadım. Hâlâ kirada oturuyorum. Kendime ait tek
mülküm kitaplarım...
"...Yani, sizin anlayacağınız, gerçek anlamda Dikili ağacım dahi yok. Hizmet
hayatım boyunca, muhatabımın bıyık altından gülerek dinlediği,Bu fukara millete
ben bu masrafı hiç yaptırır mıyım? lâfım vardı.
………..Sevgili okuyucularım, bu yazdıklarımı okuyup da sakın bütün bunlardan
pişmanlık duyduğumu sanmayınız. Enayilik öylesine içime işlemiş ki geriye dönmek
mümkün olabilse gene aynısını yapardım."
Sevgili okurlarım, bütün bu tutum ve davranışlarından ötürü kendisine enayi lakabı
takılmıştı, bunu kendisi de bildiği için, yazısını şöyle bitiriyor rahmetli;
"…"Beni bütün enayiliğime rağmen kimseye muhtaç etmeyen Yüce Allahıma
hamd ediyorum."
Bu yazı hiç kimseyi eleştirmek için, tenkit edilmek için yazılmadı, bir Hasan Celal
GÜZEL geçti, bu memleketten, kendi güzel, adı güzel, huyu güzel bir adam geldi,
geçti. Bir Cuma günü hatırasına binaen yazıldı bu yazı.
Allah gani gani rahmet eylesin, mekanı cennet olsun, bu güzel adam için lütfen bir
FATİHA…